KURAN ÇOCUKLARLA EVLİLİĞE İZİN VERİR Mİ? HENÜZ ADET GÖRMEYENLER
CÜMLESİNİN ANLAMI..
İddianın gücü: Zayıf
Ayet:
Talâk/4: Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla (henüz) âdet
görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç
aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim
Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir.
FARKLI MEALLERDEKİ AÇIKLAMALAR:
1.Âdetten kesilen kadınlarınızın iddet bekleme sürelerinde
kuşkuya düşerseniz, onların iddetleri üç aydır. Hiç âdet görmemiş
kadınların süreleri de böyledir. Gebe olan kadınların süreleri ise
yüklerini bırakmalarına kadardır. Kim Allah'tan sakınırsa, O ona işinde bir
kolaylık nasip eder. (YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)
2.Ve o kadınlar ki, hayızdan kesilmişlerdir veya hayız
görmeye başlamamışlardır, Eğer (iddetleri hususunda) şüpheye düşmüş
iseniz, (biliniz ki) onların iddetleri üç aydır, yüklü olan kadınların
ise, yüklerini vaz'edinceye değindir, ve her kim Allah'tan korkarsa onun için
işinden dolayı bir kolaylık verir. (ÖMER NASUHİ BİLMEN)
3.Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet
görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç
aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim
Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.
(DİYANET MEALİ)
Cevap:
İslam evlilik için bir çağ belirtmiştir. (nikah için değil,
nikah her yaşta olur).
"Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin;
onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; (en-Nisâ:
6) mealindeki âyet evlenme ehliyetini belli bir çağa
bağlamıştır. Kişilerin bizzat evlenme akdini yapmalarının muteber olduğu
çağ evlenme rüşdüne erdikleri çağdır ki bu da ergenlikle olur.
(NİSA SURESİ TALAK SURESİNDEN DAHA ÖNCE NUZUL ETMİŞTİR VE
ESAS KARİNEYİ NİSA SURESİ BELİRTİR.)
Talak/4 ün ifadesi -çocuk yaşla kayıtlı olmayıp- “henüz
hayız görmemiş olanlar” şeklinde mutlaktır: O halde bunu “küçük
yaştan ötürü hayız görmemiş olanlar” şeklinde anlamak mümkün olduğu
gibi, “erginlik çağına gelmiş olmakla beraber, henüz hayız görmemiş
olanlar” şeklinde de anlamak mümkündür. Fakat kuranı bir bütün olarak ele
aldığımızda ikinci görüşün doğruluğu kesinlik kazanıyor.
Peki “ henüz adet görmeyenler” den
kasdedilen kimlerdir o zaman:
1. Adet gören ve evlenen; fakat evlendikten
sonra henüz adet görmeyenler .
2. Mesela 13 yaşını ortalama büluğ yaşı kabul etsek, bu yaşa
gelmiş bir kızımız 3-4 sene geçtiği halde hala hayız görmeye başlamamış ama
"rüştünü" ispat etmiş ve 16-17 yaşlarında “henüz adet
görmemişse”
3. Hastalık , psikolojik vb. nedenlerle “ henüz adet
görmeyenler”.
“O halde onlardan yararlanmanıza karşılık, ücretlerini bir hak olarak kendilerine verin”Nisa:24
Ve hani Peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti de o, bu sözü, başkasına haber verince ve Allah da bunu, Peygambere açınca Peygamber, bu olayın bir kısmını söylemiş, bir kısmındansa vazgeçmiş, söylememişti. Peygamber, bunu eşine haber verince o, kim haber verdi bunu sana demişti, o da demişti ki: Her şeyi bilen haber verdi bana, her şeyden haberdar olan.Tahrim:3
Ayetler:
Ancak kendi eşleri ve ellerinin altındaki (cariyeleri) hariç. Şüphesiz onlar (bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmazlar.MUMİNUN:6
Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.NİSA:23
Kadınlara mehirlerini herhangi bir şeyin karşılığı olmaksızın gönül hoşnutluğu içinde verin.” (Nisâ’, 4/4).
Cevap:
Nisâ Sûresi’nin 24. ayetinin böyle bir nikâhla alakası yoktur. Ayet, mehir ahkâmının bir parçasıdır, nikâh akdi yapılıp zifaf gerçekleştikten sonra kadının mehrin tamamına hak kazanacağını ifade etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre akit esnasında mehir belirlenmişse kadın, anlaştıkları meblağa, mehri konuşmamışlarsa mehr-i misle hak kazanır. Nikâh yapılmış ve akit sırasında mehir belirlenmiş ancak zifaf vaki olmadan ayrılık vuku bulmuşsa kadın mehrin (müsemmâ) yarısını alacaktır (Bakara, 2/237). Şayet mehir belirlenmeden nikâh yapılmış da zifaf meydana gelmeden ayrılık söz konusu olmuşsa kadına mut’a (gönül alma kabilinden giysi vb. türünden hediye) verilecektir (Bakara, 2/236). Görüldüğü gibi ayetler mehir ile ilgili bir bütünün parçalarıdır ve birleştirildiklerinde fotoğraf tamamlanmaktadır.
“Kadınlardan yararlanmanızın karşılığı olarak mehirlerini verin…” şeklindeki tercüme de hatalıdır. Çünkü mehir, kadından yararlanmanın karşılığı değildir. Az önce geçtiği üzere kadından yararlanılmadığı halde mehrin tahakkuk ettiği durumlar da vardır. Yine mehrin yararlanma karşılığı olmadığını Kur’ân açıkça şöyle ifade eder: “Kadınlara mehirlerini herhangi bir şeyin karşılığı olmaksızın gönül hoşnutluğu içinde verin.” (Nisâ’, 4/4). 24. ayet yine mehrin cahiliye Araplarının yaptığı gibi velilerin değil, bütünüyle evlenen kızların hakkı olduğuna vurguda bulunmaktadır.
Şia’nın ucûr kelimesini sadece mut’ada kullanılan mehre özel kabul etmesi de tutarlı değildir. Aynı kelime Kur’an’da mehir anlamında kullanılır ve Hz. Peygamber’in evliliğinde de konu edilir: “Ey peygamber! Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini sana helâl kaldık” (Ahzâb, 33/50). Her ne kadar Şîa’nın bazı kesimleri aksini iddia etse de Hz. Peygamber’in mut’a yaptığını kabul etmek ona karşı en büyük bühtandır. Tarihi olarak böyle bir şey sabit olmadığı gibi iddia edilen konuya dayanak kılınan Tahrim Sûresi’nin 3. ayetinin mut’a konusuyla bir bağlantısı yoktur.
Şia’nın Hz. Ali’nin mut’a yaptığı yönündeki iddiaları, tarihî gerçeklere aykırıdır. Zira mut’a nikâhının yasaklandığı ile ilgili hadisin ravisi Hz. Ali olduğu gibi mut’anın yasaklandığını İbn Abbâs’a bildiren de yine Hz. Ali’dir. Bu hadis Ca’ferîlerin muteber kitaplarında da geçmektedir. Ancak kendilerince çeşitli gerekçeler öne sürerek onunla amel etmemektedirler. Zeydiyye’nin imamı Zeyd b. Ali, El-Mecmû’ adlı eserinde aynı rivayeti almış ve bu sebeple Zeydiyye mezhebi de mut’a nikâhının haram olduğuna hükmetmiştir. Mut’anın yasaklandığının ve haram kılındığının ilan edilmesini Hz. Peygamber’in bizzat Hz. Ali’ye emrettiğine dair rivayetlerin varlığı da dikkate alınırsa bu husus daha da önem kazanır. Bu sebeple İbn Teymiyye (ö. 728/1328) şunu söyler: “Ehl-i sünnet Hz. Peygamber’den rivayet ettikleri konularda Hz. Ali ve diğer raşid halifelere uymuştur. Şîa ise Hz. Peygamber’den rivayet ettiği konuda (mut’a yasağı) Hz. Ali’ye muhalefet etmiş ve ona muhalif olanların görüşüne tabi olmuştur.”
Mut’ayı Hz. Ömer mi yasaklamıştır?
Bu iddia kesinlikle doğru değildir. Hz. Ömer, kendi döneminde İslam öncesi cahiliyye Araplarında uygulanan mut’anın yasaklandığından haberdar olmayanlar bulunduğunu tespit edince yasağı yeniden hatırlatmıştır. Olay budur. Burada şu soruyu da sormak gerekir: Eğer mut’a Halife Ömer’in tasarrufunda bir konu idiyse niçin Hz. Ali halife olduğunda mut’anın caiz olduğunu ilan edip insanları serbest bırakmamış hatta teşvik edip bu yönde mücadele vermemiştir? Üstelik Hz. Ali, Hz. Ömer’in danışmanlarındandır ve birçok konuda Hz. Ömer’e itirazları vardır. Hz. Ömer de bunları dikkate almıştır. Bu sebeple Hz. Ömer’in, “İçimizde en isabetli hüküm veren Ali’dir.” dediği de naklolunmaktadır. Hatta öyle ince noktalarda Hz. Ömer’e itirazları vardır ki onun; “Eğer Ali olmasaydı Ömer helâk olmuştu.” şeklinde memnuniyetini izhar ettiği bilinmektedir. Durum böyle iken Hz. Ali’nin mut’a konusunda bir itirazı bilinmemektedir.
Abdullâh b. Abbâs’ın mut’ayı caiz gördüğü yönündeki rivayet de Şia’nın tutunduğu önemli delillerden birisidir. Bu konuda öncelikle şu tespiti yapmamız gerekir. İbn Abbâs’tan konu ile ilgili üç görüş nakledilmektedir. Birincisi mut’anın mutlak anlamda helal olduğu; ikincisi helalliğin zaruret haliyle kayıtlı olduğu; üçüncüsü de mut’anın haram olduğu görüşüdür. Esasen bu üç rivayet mut’anın serüveniyle yakından ilgili gözükmektedir. Birincisi, Arap toplumunda mut’anın bulunduğu ve bunun başlangıçta Hz. Peygamber tarafından yasaklanmadığı; ikincisi, bütünüyle yasaklanmadan önce bazı hallerdeki izin sebebinin zaruretle bağlantılı olduğu, üçüncüsü de kıyamete kadar yasaklanmış ve kesinleşmiş olduğudur. Bu görüşler arasında bir çelişki yoktur. Zira Nebevi metodun işleyişinden, Hz. Peygamber’in, mut’anın Arap toplumunda mevcut olması dolayısıyla aile düzeninin sağlanmasına kadar sadece ahlaki boyutuyla ilgilendiği, zaruret sebebiyle bir iki savaşta izin vererek tıpkı faiz ve içkide olduğu gibi tedricen haram kıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu meseleyi Hz. Peygamber’in mut’a nikâhını mü’minlerin aile ahlâkını oluşturan temel değerleri benimsediklerini gördükten sonra kesin olarak kıyamete kadar yasakladığı şeklinde değerlendirmek gerekir.
Tûsî’nin iddia ettiği gibi Abdullâh b. Mes’ûd’un kıraatinde Nisâ Sûresi’nin 24. ayetine “belli bir vakte kadar” ilavesinin bulunması mütevatir değil şâzz kıraattir ve bu tür konularda bir delil değeri yoktur. Kaldı ki Abdullâh b. Mes’ûd’un talâk, iddet ve miras ile ilgili ahkâmın mut’ayı neshettiğine dair görüşü kaynaklarda yer almaktadır. Buna göre kıraatle görüş arasında çelişki vardır. Bu tür çelişkide tutarlılığından dolayı dikkate alınması gereken, sonda bahsedilen durumdur.
Not: İmâmiyye Şî’ası dışında caiz gören yoktur.Bu mezhep ulemasına göre de mut’ada süre ve ücretin/mehrin net şekilde belirlenmesi dışında bir şart aranmaz. Sürenin alt ve üst limiti yoktur. Mehir ise son derece basit ve semboliktir. Şahit tutmak gibi bu ikisi dışında kalan ve daimi nikâhta aranan şartlar ise mut’ada zorunlu değildir, gözetilirse iyi olur.(Bu yazı Allahdostuseyyid tarafından hazırlanmıştır)
Nisa:24 ile ilgili olarak Abdullâh b. Mes’ûd’un kırâatinde yer alan “kadınlardan ‘belli bir vakte kadar’ yararlanmanıza karşılık…” şeklindeki kıraati kendilerini destekleyen bir delil olarak öne sürerler.
Tahrîm Sûresi’nin 3. ayetini esas alarak Hz. Peygamber’in mut’a yaptığını iddia ederler. Hz. Ali’nin de Kûfe’de mut’a yaptığını ileri sürerler. Hz. Peygamber döneminde bu nikâhın var olduğunu ve neshedilmediğini iddia ederler. Şiîlere göre mut’ayı yasaklayan Hz. Ömer’dir. Onun ise böyle bir yetkisi yoktur. Yine onlara göre Hz. Ali de bunu söylemektedir. Sahabeden Abdullâh b. Abbâs da mut’a nikâhının caiz olduğuna fetva vermiştir.
Özet:
Şîa dışındaki bütün mezheplere göre mut’a nikâhı caiz değildir ve caiz olduğuna dair herhangi bir delil de yoktur.
KOCASI ÖLEN KADIN KAÇ GÜN BEKLER?
İddianın gücü: Zayıf
İddia: Ayetler çelişkilidir.
Ayetler:
Ölüp de geriye eşler bırakan erkekleriniz, eşlerinin evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl boyunca geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Çıkarlarsa, kendileri için uygun olanı yapmalarından siz sorumlu değilsiniz. ALLAH Güçlüdür, Bilgedir. (2 Bakara Suresi – 240)
İçinizden ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri, dört ay ve on (gün) beklerler. Sürelerini doldurunca artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size sorumluluk yoktur. ALLAH yaptıklarınızdan Haberlidir. (2 Bakara Suresi – 234)
Cevap :
240. ayette geçimleri sağlamak için ölen erkeğin vasiyetinden bahsetmektedir. Kadına eşinden sonra aynı evde barınacak bir müddet olarak 1 yıl sürenin verilmesi gerekmektedir.YANİ KADININ KOCASI ÖLDÜĞÜNDE ERKEĞİN AKRABALARI KADINI 1 YIL BAKMAK ZORUNDADIR.
234. ayette ise kadının tekrar evlenebilmesi için, beklemesi gereken süre söz konusudur.YANİ KADIN KOCASI ÖLÜNCE 4 AY 10 GÜN GEÇMEDEN EVLENEMEZ.
Özet :
Birbiriyle alakası olmayan ve çelişki olmayan iki ayrı konu .Kadın kocası ölünce 4 ay 10 gün evlenemez ondan sonra isterse evlenebilir evlenmezse kocasının yakınları onu 1 yıl bakmak zorundadır.
MUTA NİKAHI VAR MI?
İddianın gücü: Orta
İddia: Kuran geçici evliliklere izin verir.İddianın gücü: Orta
“O halde onlardan yararlanmanıza karşılık, ücretlerini bir hak olarak kendilerine verin”Nisa:24
Ve hani Peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti de o, bu sözü, başkasına haber verince ve Allah da bunu, Peygambere açınca Peygamber, bu olayın bir kısmını söylemiş, bir kısmındansa vazgeçmiş, söylememişti. Peygamber, bunu eşine haber verince o, kim haber verdi bunu sana demişti, o da demişti ki: Her şeyi bilen haber verdi bana, her şeyden haberdar olan.Tahrim:3
Ayetler:
Ancak kendi eşleri ve ellerinin altındaki (cariyeleri) hariç. Şüphesiz onlar (bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmazlar.MUMİNUN:6
Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.NİSA:23
Kadınlara mehirlerini herhangi bir şeyin karşılığı olmaksızın gönül hoşnutluğu içinde verin.” (Nisâ’, 4/4).
Cevap:
Nisâ Sûresi’nin 24. ayetinin böyle bir nikâhla alakası yoktur. Ayet, mehir ahkâmının bir parçasıdır, nikâh akdi yapılıp zifaf gerçekleştikten sonra kadının mehrin tamamına hak kazanacağını ifade etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre akit esnasında mehir belirlenmişse kadın, anlaştıkları meblağa, mehri konuşmamışlarsa mehr-i misle hak kazanır. Nikâh yapılmış ve akit sırasında mehir belirlenmiş ancak zifaf vaki olmadan ayrılık vuku bulmuşsa kadın mehrin (müsemmâ) yarısını alacaktır (Bakara, 2/237). Şayet mehir belirlenmeden nikâh yapılmış da zifaf meydana gelmeden ayrılık söz konusu olmuşsa kadına mut’a (gönül alma kabilinden giysi vb. türünden hediye) verilecektir (Bakara, 2/236). Görüldüğü gibi ayetler mehir ile ilgili bir bütünün parçalarıdır ve birleştirildiklerinde fotoğraf tamamlanmaktadır.
“Kadınlardan yararlanmanızın karşılığı olarak mehirlerini verin…” şeklindeki tercüme de hatalıdır. Çünkü mehir, kadından yararlanmanın karşılığı değildir. Az önce geçtiği üzere kadından yararlanılmadığı halde mehrin tahakkuk ettiği durumlar da vardır. Yine mehrin yararlanma karşılığı olmadığını Kur’ân açıkça şöyle ifade eder: “Kadınlara mehirlerini herhangi bir şeyin karşılığı olmaksızın gönül hoşnutluğu içinde verin.” (Nisâ’, 4/4). 24. ayet yine mehrin cahiliye Araplarının yaptığı gibi velilerin değil, bütünüyle evlenen kızların hakkı olduğuna vurguda bulunmaktadır.
Şia’nın ucûr kelimesini sadece mut’ada kullanılan mehre özel kabul etmesi de tutarlı değildir. Aynı kelime Kur’an’da mehir anlamında kullanılır ve Hz. Peygamber’in evliliğinde de konu edilir: “Ey peygamber! Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini sana helâl kaldık” (Ahzâb, 33/50). Her ne kadar Şîa’nın bazı kesimleri aksini iddia etse de Hz. Peygamber’in mut’a yaptığını kabul etmek ona karşı en büyük bühtandır. Tarihi olarak böyle bir şey sabit olmadığı gibi iddia edilen konuya dayanak kılınan Tahrim Sûresi’nin 3. ayetinin mut’a konusuyla bir bağlantısı yoktur.
Şia’nın Hz. Ali’nin mut’a yaptığı yönündeki iddiaları, tarihî gerçeklere aykırıdır. Zira mut’a nikâhının yasaklandığı ile ilgili hadisin ravisi Hz. Ali olduğu gibi mut’anın yasaklandığını İbn Abbâs’a bildiren de yine Hz. Ali’dir. Bu hadis Ca’ferîlerin muteber kitaplarında da geçmektedir. Ancak kendilerince çeşitli gerekçeler öne sürerek onunla amel etmemektedirler. Zeydiyye’nin imamı Zeyd b. Ali, El-Mecmû’ adlı eserinde aynı rivayeti almış ve bu sebeple Zeydiyye mezhebi de mut’a nikâhının haram olduğuna hükmetmiştir. Mut’anın yasaklandığının ve haram kılındığının ilan edilmesini Hz. Peygamber’in bizzat Hz. Ali’ye emrettiğine dair rivayetlerin varlığı da dikkate alınırsa bu husus daha da önem kazanır. Bu sebeple İbn Teymiyye (ö. 728/1328) şunu söyler: “Ehl-i sünnet Hz. Peygamber’den rivayet ettikleri konularda Hz. Ali ve diğer raşid halifelere uymuştur. Şîa ise Hz. Peygamber’den rivayet ettiği konuda (mut’a yasağı) Hz. Ali’ye muhalefet etmiş ve ona muhalif olanların görüşüne tabi olmuştur.”
Mut’ayı Hz. Ömer mi yasaklamıştır?
Bu iddia kesinlikle doğru değildir. Hz. Ömer, kendi döneminde İslam öncesi cahiliyye Araplarında uygulanan mut’anın yasaklandığından haberdar olmayanlar bulunduğunu tespit edince yasağı yeniden hatırlatmıştır. Olay budur. Burada şu soruyu da sormak gerekir: Eğer mut’a Halife Ömer’in tasarrufunda bir konu idiyse niçin Hz. Ali halife olduğunda mut’anın caiz olduğunu ilan edip insanları serbest bırakmamış hatta teşvik edip bu yönde mücadele vermemiştir? Üstelik Hz. Ali, Hz. Ömer’in danışmanlarındandır ve birçok konuda Hz. Ömer’e itirazları vardır. Hz. Ömer de bunları dikkate almıştır. Bu sebeple Hz. Ömer’in, “İçimizde en isabetli hüküm veren Ali’dir.” dediği de naklolunmaktadır. Hatta öyle ince noktalarda Hz. Ömer’e itirazları vardır ki onun; “Eğer Ali olmasaydı Ömer helâk olmuştu.” şeklinde memnuniyetini izhar ettiği bilinmektedir. Durum böyle iken Hz. Ali’nin mut’a konusunda bir itirazı bilinmemektedir.
Abdullâh b. Abbâs’ın mut’ayı caiz gördüğü yönündeki rivayet de Şia’nın tutunduğu önemli delillerden birisidir. Bu konuda öncelikle şu tespiti yapmamız gerekir. İbn Abbâs’tan konu ile ilgili üç görüş nakledilmektedir. Birincisi mut’anın mutlak anlamda helal olduğu; ikincisi helalliğin zaruret haliyle kayıtlı olduğu; üçüncüsü de mut’anın haram olduğu görüşüdür. Esasen bu üç rivayet mut’anın serüveniyle yakından ilgili gözükmektedir. Birincisi, Arap toplumunda mut’anın bulunduğu ve bunun başlangıçta Hz. Peygamber tarafından yasaklanmadığı; ikincisi, bütünüyle yasaklanmadan önce bazı hallerdeki izin sebebinin zaruretle bağlantılı olduğu, üçüncüsü de kıyamete kadar yasaklanmış ve kesinleşmiş olduğudur. Bu görüşler arasında bir çelişki yoktur. Zira Nebevi metodun işleyişinden, Hz. Peygamber’in, mut’anın Arap toplumunda mevcut olması dolayısıyla aile düzeninin sağlanmasına kadar sadece ahlaki boyutuyla ilgilendiği, zaruret sebebiyle bir iki savaşta izin vererek tıpkı faiz ve içkide olduğu gibi tedricen haram kıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu meseleyi Hz. Peygamber’in mut’a nikâhını mü’minlerin aile ahlâkını oluşturan temel değerleri benimsediklerini gördükten sonra kesin olarak kıyamete kadar yasakladığı şeklinde değerlendirmek gerekir.
Tûsî’nin iddia ettiği gibi Abdullâh b. Mes’ûd’un kıraatinde Nisâ Sûresi’nin 24. ayetine “belli bir vakte kadar” ilavesinin bulunması mütevatir değil şâzz kıraattir ve bu tür konularda bir delil değeri yoktur. Kaldı ki Abdullâh b. Mes’ûd’un talâk, iddet ve miras ile ilgili ahkâmın mut’ayı neshettiğine dair görüşü kaynaklarda yer almaktadır. Buna göre kıraatle görüş arasında çelişki vardır. Bu tür çelişkide tutarlılığından dolayı dikkate alınması gereken, sonda bahsedilen durumdur.
Not: İmâmiyye Şî’ası dışında caiz gören yoktur.Bu mezhep ulemasına göre de mut’ada süre ve ücretin/mehrin net şekilde belirlenmesi dışında bir şart aranmaz. Sürenin alt ve üst limiti yoktur. Mehir ise son derece basit ve semboliktir. Şahit tutmak gibi bu ikisi dışında kalan ve daimi nikâhta aranan şartlar ise mut’ada zorunlu değildir, gözetilirse iyi olur.(Bu yazı Allahdostuseyyid tarafından hazırlanmıştır)
Nisa:24 ile ilgili olarak Abdullâh b. Mes’ûd’un kırâatinde yer alan “kadınlardan ‘belli bir vakte kadar’ yararlanmanıza karşılık…” şeklindeki kıraati kendilerini destekleyen bir delil olarak öne sürerler.
Tahrîm Sûresi’nin 3. ayetini esas alarak Hz. Peygamber’in mut’a yaptığını iddia ederler. Hz. Ali’nin de Kûfe’de mut’a yaptığını ileri sürerler. Hz. Peygamber döneminde bu nikâhın var olduğunu ve neshedilmediğini iddia ederler. Şiîlere göre mut’ayı yasaklayan Hz. Ömer’dir. Onun ise böyle bir yetkisi yoktur. Yine onlara göre Hz. Ali de bunu söylemektedir. Sahabeden Abdullâh b. Abbâs da mut’a nikâhının caiz olduğuna fetva vermiştir.
Özet:
Şîa dışındaki bütün mezheplere göre mut’a nikâhı caiz değildir ve caiz olduğuna dair herhangi bir delil de yoktur.
KOCASI ÖLEN KADIN KAÇ GÜN BEKLER?
İddianın gücü: Zayıf
İddia: Ayetler çelişkilidir.
Ayetler:
Ölüp de geriye eşler bırakan erkekleriniz, eşlerinin evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl boyunca geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Çıkarlarsa, kendileri için uygun olanı yapmalarından siz sorumlu değilsiniz. ALLAH Güçlüdür, Bilgedir. (2 Bakara Suresi – 240)
İçinizden ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri, dört ay ve on (gün) beklerler. Sürelerini doldurunca artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size sorumluluk yoktur. ALLAH yaptıklarınızdan Haberlidir. (2 Bakara Suresi – 234)
Cevap :
240. ayette geçimleri sağlamak için ölen erkeğin vasiyetinden bahsetmektedir. Kadına eşinden sonra aynı evde barınacak bir müddet olarak 1 yıl sürenin verilmesi gerekmektedir.YANİ KADININ KOCASI ÖLDÜĞÜNDE ERKEĞİN AKRABALARI KADINI 1 YIL BAKMAK ZORUNDADIR.
234. ayette ise kadının tekrar evlenebilmesi için, beklemesi gereken süre söz konusudur.YANİ KADIN KOCASI ÖLÜNCE 4 AY 10 GÜN GEÇMEDEN EVLENEMEZ.
Özet :
Birbiriyle alakası olmayan ve çelişki olmayan iki ayrı konu .Kadın kocası ölünce 4 ay 10 gün evlenemez ondan sonra isterse evlenebilir evlenmezse kocasının yakınları onu 1 yıl bakmak zorundadır.
CARİYELERLE CİNSEL İLİŞKİ SERBEST Mİ?CARİYELERLE NİKAHSIZ SEX YAPILIR MI?KURAN'DA KÖLELİK YOK.
İddianın gücü : Kuvvetli
İddia :
Onlar, iffetlerini korurlar. Yalnız eşleri ya da akitleri aracılığıyla sahip bulundukları bunun dışındadır. (Bunlarla olan ilişkilerinden dolayı) ayıplanmaları söz konusu değildir. Ama kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Müminun:5:6:7 ayetleri ve bu ayetlere Müslümanlarca yapılan yorumlar;
[örnek:1 ,Nikah akdi, ikisi de hür olan (bu sebeple vücutlarına da malik bulunan) bir erkekle bir kadının, karşılıklı olarak bir aile kurma ve cinsî yönden birbirinden yararlanma konulu -şartlarına uyarak yaptıkları- bir sözleşmeden ibarettir. Cariyeye sahip olmayı sağlayan akit ve tasarruf da (satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)
Örnek:2 ,Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azat edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıp satılırdı. Artık o andan itibaren "cariye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi.
Örnek:3 ,Efendinin, cariyesinden cinsî yönden istifade etmesinin, cariyenin hesabına iki mühim hikmet ve faydası vardır. Birincisi ve en mühimi, esir düşen ve sahipsiz kalan bu kadınların bu vesile ile ihmal edilmeleri önlenmiş olur. Çünkü, aksi takdirde, cariyelerin fuhşa düşmeleri, zinaya girmeleri ihtimali kaçınılmaz olduğu gibi, efendisinin evine de bağlı kalmış olur.
Diğer bir faydası, cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde "çocuğun annesi" mânâsına "ümmü'l-veled" sayılmaktadır. Cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. Çocuğun doğumu ile annesi de, efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır. Çocuk olmasaydı, efendisi de azat etmeseydi, diğer mallar gibi cariye de miras olarak kalacaktı. ] cariyelerle nikahsız cinsel ilişki yapılabileceğini göstermektedir.
Ayetler:
Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.Ahzab:50
Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanında tutarsın. (Ric'î talakla boşayıp) ayırdığını da tutmak istersen, bunda sana bir günah yoktur. Bu onların sevinmeleri, üzülmemeleri, yaptığın muameleden hepsinin hoşnut olmaları yönünden daha münasiptir.Ahzab:51
İddianın gücü : Kuvvetli
İddia :
Onlar, iffetlerini korurlar. Yalnız eşleri ya da akitleri aracılığıyla sahip bulundukları bunun dışındadır. (Bunlarla olan ilişkilerinden dolayı) ayıplanmaları söz konusu değildir. Ama kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Müminun:5:6:7 ayetleri ve bu ayetlere Müslümanlarca yapılan yorumlar;
[örnek:1 ,Nikah akdi, ikisi de hür olan (bu sebeple vücutlarına da malik bulunan) bir erkekle bir kadının, karşılıklı olarak bir aile kurma ve cinsî yönden birbirinden yararlanma konulu -şartlarına uyarak yaptıkları- bir sözleşmeden ibarettir. Cariyeye sahip olmayı sağlayan akit ve tasarruf da (satın alma, miras, ganimet veya bağış yoluyla elde etme…) bir hukuki işlemdir ve bu hukuki işlem, sahibi ile cariye arasında karı-koca gibi yaşama hakkını da vermekte, nikah akdinden daha güçlü ve kapsamlı olarak onun yerine de geçmektedir. (Prof. Dr. Hayrettin Karaman)
Örnek:2 ,Savaş sırasında düşman tarafından esir edilen kız ve kadınlar "cariye" olarak alınır. Hukuk itibariyle ganimet sayıldıklarından, İslâm devleti tarafından hizmetçiye ihtiyacı olan gazilere verilirdi. Azat edilmedikleri müddetçe de, ticarî bir eşya gibi alınıp satılırdı. Artık o andan itibaren "cariye" ailenin bir parçası ve bir ferdi olarak kabul edilir, ona göre muamele görürdü. Cariyenin sahibi olan "efendi" onu şahsî hizmetlerinde ve ev işlerinde istihdam edebildiği gibi, isterse, ayrıca bir nikâh kıymaya ihtiyaç duymadan istifade edebilirdi.
Örnek:3 ,Efendinin, cariyesinden cinsî yönden istifade etmesinin, cariyenin hesabına iki mühim hikmet ve faydası vardır. Birincisi ve en mühimi, esir düşen ve sahipsiz kalan bu kadınların bu vesile ile ihmal edilmeleri önlenmiş olur. Çünkü, aksi takdirde, cariyelerin fuhşa düşmeleri, zinaya girmeleri ihtimali kaçınılmaz olduğu gibi, efendisinin evine de bağlı kalmış olur.
Diğer bir faydası, cariyenin efendisinden bir çocuğu olduğu takdirde "çocuğun annesi" mânâsına "ümmü'l-veled" sayılmaktadır. Cariyeden doğan bu çocuk hür kabul edilir. Çocuğun doğumu ile annesi de, efendisinin ölümünden sonra mirasçılarına geçmeyip hürriyetine kavuşmaktadır. Çocuk olmasaydı, efendisi de azat etmeseydi, diğer mallar gibi cariye de miras olarak kalacaktı. ] cariyelerle nikahsız cinsel ilişki yapılabileceğini göstermektedir.
Ayetler:
Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.Ahzab:50
Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanında tutarsın. (Ric'î talakla boşayıp) ayırdığını da tutmak istersen, bunda sana bir günah yoktur. Bu onların sevinmeleri, üzülmemeleri, yaptığın muameleden hepsinin hoşnut olmaları yönünden daha münasiptir.Ahzab:51
Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Ahzab:52
Onlar için(peygamber hanımları) babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları ve ellerinin altındakiler (köle ve cariyeleri) hakkında bir sakınca yoktur. Ahzab:55
İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Bakara:221
Onlar, iffetlerini korurlar. Yalnız eşleri ya da akitleri aracılığıyla sahip bulundukları bunun dışındadır. (Bunlarla olan ilişkilerinden dolayı) ayıplanmaları söz konusu değildir. Ama kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Müminun:5:6:7
(Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda katledilenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Muhammed/4
(Müslümanlar)İffetlerini korurlar. Ancak, eşlerine ya da ellerinin altında bulunanlara karşı onlar kınanmazlar. Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar sınırı aşanlardır.Mearic:29:31
Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile evlenin veya elinizin altında olanlarla... Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.Nisa:3
Not: Bu ayettte"o zaman bir tane ile veya elinizin altında olanlarla.." kısmının sonuna "o zaman bir tane ile veya elinizin altında olanlarla yetinin" diye ilaveler yapılmıştır.Kuranda "yetinin" diye bir ifade yoktur.Uydurma ve yorumdur.
İnanmış hür kadınları nikâhlama genişliğine gücü yetmeyeniniz, ellerinizin altındaki genç, mümin köle kızlarından biriyle evlensin. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizdensiniz. O halde onları, ailelerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak kalarak, iffetli hanımlar olmaları şartıyla onların mehirlerini örfe uygun bir biçimde verin. Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezasının yarısı uygulanacaktır. Bu, köle ile evlenme yolu, günaha ve sıkıntıya girmekten korkanınız içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Nisa/25
Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.Nur:32
Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak ( bir müddet içinde birden veya taksitle bir mal veya para karşılığı azât olmak ) isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.Nur:33
Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Nur:58
Cevap :
Kuranda ev halkından olan köle ve cariyeler için "ma meleket" kelimesi kullanılmış olup köle ve cariyeyi birlikte kapsar:
mâ meleket : sahip oldukları, eymânu-hum : onların elleri : elerinin altında sahip oldukları
mâ meleket : malik olduğu şey, yemînu-ke : senin ellerin : elinin altında senin sahip olduğun
Köle ve cariyelik birlikte ele alınan kavramlardır.İslam geldiği dönemdeki kötülükleri -içki, muta nikahı vb.- gibi meselelerde olduğu gibi kademeli olarak kaldırma yoluna gitmiştir. Müslümanlar tamamen yasaklanana kadar içki içmiş, muta nikahı da yapmıştır.Bu nedenle kuran da içkinin faydaları da olduğundan bahsedilmektedir.Fakat son aşamada tamamen yasaklama yoluna gidilmiştir.
Kölelelik/cariyelik de o günün bir gerçeği olduğu için bunu düzenleyici ve islah edici ,zamanla da tamamen ortadan kaldırıcı yasaklar getirmiştir.En sonun da Muhammed :4 ayetiyle köleliğin ve cariyeliğin önü tamamen kapatılmıştır.İslam köleliği kesin olarak kaldırmıştır.Peygamberin bedir esirlerine yaptığı uygulama da, fidye karşılığı serbest bırakma ve okuma yazma öğretenlerin serbest bırakılması şeklindedir.
Cariyelerin serbestçe sex gayesiyle kullanılamayacağının bir başka delili de Nur:58'deki izin isteyerek odaya girme mevzusudur.Madem her şey serbest ,neden çıplak şekilde görünebileceğimiz vakitte odalarımıza girmesi engelleniyor.
İslamın ilk dönemlerde yapılan evliliklerde hür veya köle bir bayan muhakkak nikâh akdiyle alınırdı. Hür bayanların kendi başlarına nikâhı onaylama hakkı vardı. Köle bayanların buna ek olarak Ehillerinin yani Anne Baba kardeş gibi yakınlarının da nikah için onayı şarttı. Bu şekilde bir şart köle bayanlara baskıyla nikaha evet dedirtmemek içindir.Ayrıca cariye ile evlenildiğinde cariye hür statüsüne geçiyordu.
Geleneksel mezheplerin bu konudaki bir takım fetvaları, ( İbni Abidin:Bir kimsenin bin tane cariyesi olsa, bin birincisini almaya karısı karşı çıksa ,bu kadın Allah!ın emrine karşı geldiği için kafir olur. ) kuranın ruhuna aykırıdır.Kuranın tavsiyesi yukarıda belirtilmiştir.
Onlar için(peygamber hanımları) babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları ve ellerinin altındakiler (köle ve cariyeleri) hakkında bir sakınca yoktur. Ahzab:55
İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Bakara:221
Onlar, iffetlerini korurlar. Yalnız eşleri ya da akitleri aracılığıyla sahip bulundukları bunun dışındadır. (Bunlarla olan ilişkilerinden dolayı) ayıplanmaları söz konusu değildir. Ama kim de bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Müminun:5:6:7
(Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda katledilenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Muhammed/4
(Müslümanlar)İffetlerini korurlar. Ancak, eşlerine ya da ellerinin altında bulunanlara karşı onlar kınanmazlar. Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar sınırı aşanlardır.Mearic:29:31
Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile evlenin veya elinizin altında olanlarla... Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.Nisa:3
Not: Bu ayettte"o zaman bir tane ile veya elinizin altında olanlarla.." kısmının sonuna "o zaman bir tane ile veya elinizin altında olanlarla yetinin" diye ilaveler yapılmıştır.Kuranda "yetinin" diye bir ifade yoktur.Uydurma ve yorumdur.
İnanmış hür kadınları nikâhlama genişliğine gücü yetmeyeniniz, ellerinizin altındaki genç, mümin köle kızlarından biriyle evlensin. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizdensiniz. O halde onları, ailelerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak kalarak, iffetli hanımlar olmaları şartıyla onların mehirlerini örfe uygun bir biçimde verin. Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezasının yarısı uygulanacaktır. Bu, köle ile evlenme yolu, günaha ve sıkıntıya girmekten korkanınız içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Nisa/25
Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.Nur:32
Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak ( bir müddet içinde birden veya taksitle bir mal veya para karşılığı azât olmak ) isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.Nur:33
Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Nur:58
Cevap :
Kuranda ev halkından olan köle ve cariyeler için "ma meleket" kelimesi kullanılmış olup köle ve cariyeyi birlikte kapsar:
mâ meleket : sahip oldukları, eymânu-hum : onların elleri : elerinin altında sahip oldukları
mâ meleket : malik olduğu şey, yemînu-ke : senin ellerin : elinin altında senin sahip olduğun
Köle ve cariyelik birlikte ele alınan kavramlardır.İslam geldiği dönemdeki kötülükleri -içki, muta nikahı vb.- gibi meselelerde olduğu gibi kademeli olarak kaldırma yoluna gitmiştir. Müslümanlar tamamen yasaklanana kadar içki içmiş, muta nikahı da yapmıştır.Bu nedenle kuran da içkinin faydaları da olduğundan bahsedilmektedir.Fakat son aşamada tamamen yasaklama yoluna gidilmiştir.
Kölelelik/cariyelik de o günün bir gerçeği olduğu için bunu düzenleyici ve islah edici ,zamanla da tamamen ortadan kaldırıcı yasaklar getirmiştir.En sonun da Muhammed :4 ayetiyle köleliğin ve cariyeliğin önü tamamen kapatılmıştır.İslam köleliği kesin olarak kaldırmıştır.Peygamberin bedir esirlerine yaptığı uygulama da, fidye karşılığı serbest bırakma ve okuma yazma öğretenlerin serbest bırakılması şeklindedir.
Cariyelerin serbestçe sex gayesiyle kullanılamayacağının bir başka delili de Nur:58'deki izin isteyerek odaya girme mevzusudur.Madem her şey serbest ,neden çıplak şekilde görünebileceğimiz vakitte odalarımıza girmesi engelleniyor.
İslamın ilk dönemlerde yapılan evliliklerde hür veya köle bir bayan muhakkak nikâh akdiyle alınırdı. Hür bayanların kendi başlarına nikâhı onaylama hakkı vardı. Köle bayanların buna ek olarak Ehillerinin yani Anne Baba kardeş gibi yakınlarının da nikah için onayı şarttı. Bu şekilde bir şart köle bayanlara baskıyla nikaha evet dedirtmemek içindir.Ayrıca cariye ile evlenildiğinde cariye hür statüsüne geçiyordu.
Geleneksel mezheplerin bu konudaki bir takım fetvaları, ( İbni Abidin:Bir kimsenin bin tane cariyesi olsa, bin birincisini almaya karısı karşı çıksa ,bu kadın Allah!ın emrine karşı geldiği için kafir olur. ) kuranın ruhuna aykırıdır.Kuranın tavsiyesi yukarıda belirtilmiştir.
KADINA DAYAK ATILIR MI?
İddianın gücü:Ortaİddia:
Tanrı'nın kadınlara ne garezi vardır? Neden gerekirse dövülebileceklerini söylemiştir.
Ayet:
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah’ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar, Allah’ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde (kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini) koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında yalnız bırakınız. Ve (hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz( vadrıbû-hunne ). Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli’dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).Nisa:34
Cevap:
vadrıbû-hunne :darb etmek ,uzaklaştırmak
vadrıbû-hunne :darb etmek ,uzaklaştırmak
Sorun yukarıdaki kelimenin çevirisinden kaynaklanmaktadır.Bazı ilahiyatçılar bunu uzaklaştırmak anlamında çevirmiştir.Dayağı savunanlar ise şöyle demektedir:
Not: İfk hadisesinde peygamber Aişeyi babasının evine göndermiştir.
Detay için bknz:
http://kurandaahkamayetleri.blogspot.com.tr/p/bireysel-hukuk.html
BEBEĞİN SÜTTEN KESİLMESİ KAÇ AY SÜRER?HAMİLELİK SÜRESİ NE KADAR?
İddianın gücü:Orta
İddia:
Lokman 14. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): «Bana, anana ve babana şükret» diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.
Ahkaf 15. Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
Parantez içinde belirtilenlerle hamilelik döneminin katıldığını kabul ettiğimizde toplamda 30 değil, 33 ay yapar. Hamilelik 9 ay + Emzirme 24 ay = 33 ay.- Allah 3 ay eksik mi söylemiştir, yoksa Allah'ın sözlüğünde “yaklaşık” sözcüğü mü yoktur acaba?
Ayetler:
(Bakara Suresi, 2/233): “Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.”
(Lokman Suresi, 31/14): “Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer.”
(Ahkaf Suresi, 46/15): “Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.”
(Lokman Suresi, 31/14): “Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer.”
(Ahkaf Suresi, 46/15): “Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.”
Cevap:
Çocuğun anne karnında taşınmasının hafif bir hamilelikten çıkıp anneye yük olması 3 aydan sonra olur.Bu aydan sonra hafif hamilelik dönemi bitip ağır hamilelik dönemi başlar.Bu aydan sonra ruh üflenir.Bu üç ayı çıktığımızda hamileliğin altı ayı kalır.(6 ay hamilelik + 24 ay emzirme = 30 ay)
Günümüz bilimi ile bilindiğine göre bir bebek anne karnında kır gün içerisinde canlanmaktadır yani, kalp atışları başlamaktadır. Peki bu bebeğin ruhunun verildiği anlamına gelmez mi? Bu sorunun cevabı hayırdır. Çünkü burada ki kalp atışları ve can buluş beden fonksiyonlarının başlangıcını temsil etmektedir. Her ne kadar bu durumda ki bebek gerçek bir canlı ise de henüz ruh kazanmamıştır. Fakat şu noktada önemli ki bu durum o bebeğin alınabileceği (kürtaj yapılabileceği) anlamına gelmez. Çünkü o bebek artık bir canlıdır ve var olma sürecine girmiştir. Bedenin can buluşu ilk kır gün içindedir, hadisi şerifte belirtildiği gibi. Sonra ise vücut azaları şekillenmeye başlayan bebek ikinci kırkta ise vücut azalarına kavuşmuş bir hale gelmektedir. Bu konuda hadis i şerifte belirtilmektedir. Ruh ise bebeğe yüce yaratıcı Allah tarafından görevlendirilen melek vasıtası ile ruh verilir ki buda hadis i şerifte zikredildiği üzere üçün kırkta yani bebek 120 günlük olduğu zamandır.
Bazı hadisler ilk kırkta çocuğun can bulacağı geçebilmektedir. Ki bazı alimler bu nedenle anne karnındaki bebeğe ruhun kırk günlük iken verildiğini söylemişlerdir. Fakat o hadis i şeriflerde zikredilen can bedenin can bulmasıdır. Yani ruhun bedenle buluşması değildir. Ki ruh bulmamış fakat kalbi atmaya başlayan bir beden candır ve can olarak kabul edilir. Örneğin ölen bir kimseni belli bir müddet daha hücrelerinin canlı kalması da bu konuya bir örnektir. Zira bedeni çalıştıran ruh olsa idi bir insan ölür ölmez hücreler dahi o an ölürdü ve bedenin fonksiyonları belli bir müddet deha sürmezdi.
Zira bebeğin ruhsuz bedeninin ölen bir kimsenin bedeninde farkı vardır. Anne karnında ki bebek kendiruhuna kavuşana denk adeta annenin ruhundan beslenir. Bu nedenle de bebeğin ruhsuz bedeni ölen bir kimsenin bedeninden farklıdır. Özetle anlıyoruz ki bir bebek 120 günlük olunca ruhuna kavuşmakta ve çalışan bedensel fonksiyonlarına ruhsal fonksiyonları da eklenmekte ve tam manası ile bir insan olmaktadır.
Şüphesiz sizden birinizin anne karnında yaratılması, kırk gün nutfe (kan pıhtısı) sonra o kadar bir sürede alaka (bir parça et) halini, sonra o kadar bir sürede mudga (organların belirginleşir) halini alır. Sonra Melek gönderilir ve kendisine ruh üfürülür.[ Buharı, Bedü’1-Halk, 6, Enbiya I, Kader, 1; Müslim, Kader, 1; Tirmizi, Kader, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 10. ]
Farklı yaklaşımlar:
- Alimlerin cumhuruna göre, emzirmenin azami süresi iki yıldır. Ondan sonrasında çocuğa bir faydası yoktur. Emzirmenin süt kardeşliğine etkili olan süresi de iki yıldır.(krş. İbn Kesir, İbn Aşur, Bakara, 2/233. ayetin tefsiri).
- Bakara, Lokman ve Ahkaf surelerindeki ilgili ayetleri göz önünde bulunduran Abdullah b. Abbas ve daha başka alimler, “asgarî gebelik süresinin altı ay olduğunu” söylemişlerdir.(bk. İbn Kesir, Lokman, 14. ayetin tefsiri).
- Bir rivayet göre, Hz. Osman (ra) devrinde altı aylıkken doğum yapan bir kadının durumunu Halifeye arz ederler. Hz. Osman, bunun gayr-ı meşru olabileceği üzerinde durur. Abdullah b. Abbas, yukarıdaki ayetleri hatırlatır ve: “Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürdüğüne göre, bundan emzirme süresinin azami süresi olan iki yılı/24 ayı çıkardığımızda, geriye altı ay kalır ki, bu da gebelik süresinin asgarisidir.” diyerek hükmünü açıklar ve kabul görür.(b k. Taberî, Bakara, 233. ayetin tefsiri).
- Alimlerin cumhuruna göre, emzirmenin azami süresi iki yıldır. Ondan sonrasında çocuğa bir faydası yoktur. Emzirmenin süt kardeşliğine etkili olan süresi de iki yıldır.(krş. İbn Kesir, İbn Aşur, Bakara, 2/233. ayetin tefsiri).
- Bakara, Lokman ve Ahkaf surelerindeki ilgili ayetleri göz önünde bulunduran Abdullah b. Abbas ve daha başka alimler, “asgarî gebelik süresinin altı ay olduğunu” söylemişlerdir.(bk. İbn Kesir, Lokman, 14. ayetin tefsiri).
- Bir rivayet göre, Hz. Osman (ra) devrinde altı aylıkken doğum yapan bir kadının durumunu Halifeye arz ederler. Hz. Osman, bunun gayr-ı meşru olabileceği üzerinde durur. Abdullah b. Abbas, yukarıdaki ayetleri hatırlatır ve: “Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürdüğüne göre, bundan emzirme süresinin azami süresi olan iki yılı/24 ayı çıkardığımızda, geriye altı ay kalır ki, bu da gebelik süresinin asgarisidir.” diyerek hükmünü açıklar ve kabul görür.(b k. Taberî, Bakara, 233. ayetin tefsiri).