AHLAK , DAVRANIŞ, İBADET VE DİĞER ÇELİŞKİLİ AYETLER

İLK MÜSLÜMAN KİMDİR ?
İdianın gücü: Zayıf
İddia:
İlk Müslümanın kim ve hangi peygamber olduğu konusunda çelişki var.

Ayetler:
'O'nun (Allah) ortağı yoktur. Bana (Muhammed) böyle emredildi ve ben Müslümanların ilkiyim.Enam:163

Mûsâ, tâyin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Rabbim demişti, bana görün de bakayım sana. Rabbi, beni kesin olarak göremezsin sen demişti, fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin beni. Derken Rabbi, dağa tecellî edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsâ bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim dedi, tövbe ettim sana ve ben, inananların ilkiyim.Araf:143

İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.Ali İmran:67

Firavun" dedi ki: Ben size izin vermeden evvel siz ona iman ettiniz, şüphesiz ki, o size sihri öğretmiş olan büyüğünüzdür. Artık yakında bileceksiniz, elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlanmasına kestireceğim ve muhakkak ki, sizi toplu bir halde astıracağım.
- Dediler ki: Zararı yok, şüphesiz ki, biz Rabbimize dönücüleriz.
'Umuyoruz ki, iman edenlerin ilki biz oluruz da Rabbimiz bizim hatalarımızı bağışlar.' Şuara:49:50:51

Cevap:
Müminlerin ilkiyim diyenler , inananların başında geldiğini onlardan biri olduğunu anlatmaktadır.Dönemsel bir ifadedir.




İslam dini İlk insan olan Ademden kıyamete kadar, İnsanlardan bu dini kabul edenlerin Müslüman olarak isimlendirildiği bir dindir, bu süreçte İlk Müslüman’ın Adem olması kaçınılmazdır, İslam dininde sayısal sıralama da Müslüman olan kimsenin kaçıncı Müslüman olduğu, İslam dinini açısından bir üstünlük olarak kabul edilmez, sayısal olarak ilk olma İslam dini açısından kabul edilmiş olursa Bir no.lu Müslüman olarak Adem’in veya Bir no.lu Müslüman olarak eşinin en üstün Müslüman olması ve sırasıyla ondan sonra gelen çocuklarının üstünlüğü paylaşmaları gerekir. Peygamberler içerisinde son peygamber olan Muhammed’in de en düşük dereceli peygamber olması gerekir. Veya kıyamete kadar dünyaya gelecek son Müslümancın en düşük dereceli Müslüman olması gerekir. Bu tür mantığın İslam dininde bir değeri yoktur. İslam dininde dereceler sayısal sıralamaya göre değil takvaya göredir.

İNSANIN İŞLEDİĞİ GÜNAHIN CEZASINI NİÇİN HAYVANLAR ÇEKER?
İdianın gücü: Zayıf
İddia:

İslam mezheplerine göre Hac ibadetinin yerine getirenlere bazı yasaklar konmuştur. Bu yasaklara uymayanlara da yaptırımları vardır. Örneğin;

Arafat'da vakfeden önce, bir insanın guslü gerektirecek şekilde  ailesi ile yapacağı cinsel birleşmeden  dolayı hac bozulur ve ceza olarak ertesi sene kaza etmesi gerekir. Bununla beraber bu bozulan hac da noksan bırakılmayıp tamamlanır. Yapılan yasak işten dolayı da bir kurban kesmek gerekir vb.

Hacca giden kimseler bu yasaklara uymadıklarında zevkin cezasını neden hayvanların kelleleri öder? Cinsel ilişki de bulunan insan, kellesini vererek cezasını çeken bir hayvan burada nasıl bir sevgi ve şevkat ten bahsedebiliriz acaba?

Kuran da hırsızların elini kesin emri varken, cinsel ilişkiye girerek yasaklara uymayanların cinsel organlarına neden bir yaptırım yoktur? Suç işleyen organların kesilmesi daha adaletli değil midir?

Ayetler:
Haccı ve umreyi de Allah için tamamlayın. Tamamlayamayacaksanız gücünüz yettiği kadar bir şey kurban edin ve kurbanı, yerinde boğazlayıncaya dek başınızı tıraş ettirmeyin. İçinizde hasta olan, başında bir eziyet bulunan varsa tıraş olur ve karşılığında oruç tutar, sadaka verir, yahut kurban keser. Sonra emin oldunuz, muktedir bulundunuz mu hac zamanına dek umre yapmak isteyen, gücü neye yeterse kurban eder. Buna imkân bulamayan üç gün hacda, yedi gün de dönünce oruç tutar, işte bu, tam on gündür. Bu da ayali Mescid-i Harâm'da olmayan içindir. Allah'tan sakının ve bilin ki şüphe yok, Allah'ın azâbı çok şiddetlidir.Bakara:196

Kurbanlık deve ve sığırları, Allah’ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şükredesiniz diye, onları böylece sizin buyruğunuza verdik.Hac:36

Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da.
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?Yasin:71:72:73

Cevap: 
Bizim inancımızda istifademize verilen hayvanlar bizim için nimettir. Tüm yer yüzü içindekilerle birlikte insanlığın hizmetindedir.Suçu biz işledik cezayı hayvan kellesiyle ödedi diye bir değer inancımız yoktur Bu  mantığına göre o zaman acıktığımızda açlığımızın bedelini buğday veya tavuk mu ödüyor. Et yemeye karşı kimseler bile mecburen beslenmek için bir bitki yemek zorundadır.. Bitkide canlıdır. Hayat gerçeklerinden kaçmak dini dışlamak değildir.Keffaret olarak kurban kelimesi sadece Bakara:196 da (hac kurbanı farklıdır)  geçmektedir.O da isteğe bırakılmıştır.Diğerleri mezheplerin farklı farklı uygulamalarıdır.Cezayı her ne kadar hayvan çekiyor gibi görünse de parasını ödeyen kişi için bu ödenen bedel bir cezadır.

Bundan dolayıdır ki İsrâîl oğullarına şu hakikatı hükmettik: Kim bir nefsi, bir nefs mukaabilinde veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmakdan dolayı olmayarak, öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu yaşartırsa bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun ki peygamberimiz onlara beyyineler (apaçık âyetler, deliller, mucizeler) getirmişdi. Sonra hakikaten yine içlerinden bir çoğudur ki bunların arkasından, (haalâ) yer yüzünde (fesâd ve cînâyet hususunda) muhakkak haddi aşanlardır. Maide:/32

Görüldüğü gibi Kuran’a göre bitkilerde ve hayvanlarda nefs yoktur. Zira onlarda nefs olsaydı Ne bir koyunu kesip yiyebilirdik nede bir buğday tanesini öğütüp pişiremezdik. Canlıdırlar fakat nefs sahibi değillerdir. Onları İnsan konumuna getirmeyen insandan farklı birçok özel yapılanmaları da olabilir.

Kuran öğretisinde hiçbir zaman organlar suçlanmaz günah işlendiğinde suçlanan nefistir. Zira günahı işleten nefistir. Organlar masumdur. Nefis suçunun acısını çeksin diye yerine göre organlar üzerinde Kuran’da belirtilen had cezaları uygulanır. Acıyı çeken organlar değil nefistir. Kuran’dan mealen:

- Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri de der ki; "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz." 41/21
- O gün ki aleyhlerinde dilleri ve elleri ve ayakları yaptıklarına şehâdet edecektir 24/24
- Bugün onların ağızlarını mühürleriz de elleri, ne yapıyor idiyseler bize söyler ve ayakları şahidlik eder. 36/65
Görüldüğü gibi, muhatap nefistir. Organlar olayın şahitleridir. Suçlanan ve hatta mükâfatlandırılacak taraf değillerdir.

KIBLE NEDEN DEĞİŞTİ?
İddianın gücü: Zayıf
İddia: 
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır.

Ayetler:
‘Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphesiz ehli kitap onun Rabbinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.’ (Bakara, 144)

‘Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin kıbleyi biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet ettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.’ (Bakara, 143)

‘İnsanlardan bir kısım beyinsizler: “Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren ne oldu?” diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.’(Bakara, 142)

Cevap:
Kıble üzerindeki değişim açık bir imtihandı. Allah Teâlâ, gerek önceki ümmetlerin kalanlarından ve gerekse yeni iman edenlerden kimin vahyin peşinden sadakatle yürüyeceğini, kimin de ilk bahanede geri kalacağını görmeyi ve bunu da peygamberine bir eğitim konusu olarak göstermeyi murat etmiştir.
Nitekim kıble konusunu işleyen ayetlerde bu açıkça zikredilmiştir:
‘Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin kıbleyi biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet ettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.’ (Bakara, 143)
Yahudiler, müşrikler ve münafıklar bu imtihana takıldılar. ‘Ne oldu da kıbleleri değişti?’ gibi kulisler yaptılar. Mü’minlerin sarsılmasını beklediler. Kendilerinin kılmadığı namazı kılan mü’minlerin namazını konuştular. Kur’an onları beyinsiz olarak tanıttı.
Allah Teâlâ Bakara suresinin 142. ayetini onların beyinsizliğini vurgulayarak başlattı:

‘İnsanlardan bir kısım beyinsizler: “Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren ne oldu?” diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.’
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin gönlünde dedesi İbrahim aleyhisselamın inşa ettiği Kâ’be’ye doğru namaz kılma arzusu vardı. Bu konuda kendisine emir verilmesini candan istiyordu. Bu isteğinin nedeni de sadece dedesi İbrahim aleyhisselamın hatırasına sahip çıkma değildi. 
Aynı zamanda Yahudilere muhalefet etmiş olmayı da arzu ettiği belliydi, ayrıca Mekkeli müşriklerin Kâ’be’ye olan saygılarını da değerlendirebileceğini düşünüyordu. Bakara suresinin 144. ayetinde bu durumu açık bir şekilde görmekteyiz.

Kıble dönüşümü sayesinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize, onun ümmetine Mescidi Aksa’nın önemi pratik bir yolla vurgulandığı gibi, Yahudilerin kalplerinin yumuşamayıp, İslam’a ısınma ihtimallerinin olmadığı da tembih edilmiş oldu. Bunun için de, kıble dönüşümünden sonraki süreçte Yahudiler, Medine’den sürüldüler. Kıble konusundaki yaklaşımları -ki, Kur’an’la tescil edilmiş bir durumdur bu- dikkate alınarak, Yahudilerle ilişkilerde izlenecek siyaset ümmete gösterilmiş oldu.

Peygamberlik Mekke’de geldi. Namaz Mekke’de farz kılındı. İlk kıble Mekke’nin aksi yönündeki Kudüs oldu. Mekke’den hicret edildi. Bir buçuk yıla yakın zaman Kudüs kıble olmaya devam etti.
Sonra Mekke kıble oldu.
Bu süreç tahlil edildiğinde alınan derslerden biri, o günkü muhacirlere verilen mesajdır. Ashabı kiramın, özellikle de muhacirlerin Mekke’den umut kesmemeleri için fethin işaretini aldıklarını görüyoruz. ‘Mekke bizim değil.’ gibi bir vehme kapılmamalarını, içi putlarla doldurulmuş olsa bile, Kâ’be’nin bir gün tavaf edileceğini müjdelemiş oldu Kur’an. Dolayısıyla kıble dönüşümündeki merhaleler, sadece namazı ilgilendiren bir dizi uygulama olarak görülemez. Namazın Kâ’be’sini, Müslümanlar’ın genel siyasetlerini ihtiva eden bir uygulaması olarak görüyoruz.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin nübüvveti esnasında iki kıbleye de namaz kılmış ilk ve tek peygamberdir. İki kıble sahibi olmak, onun Allah katındaki değerinin büyüklüğüne işarettir. Adeta O, bütün kıblelerin peygamberidir.
Nitekim bu imtihanı ashabı kiramın kazandığını müşahede ediyoruz. ‘Bu kıble neden değişti?’ türünden bir değerlendirme yapmadıkları bir yana namazın ikinci rekâtını kılan bir grup sahabiye, kıblenin değiştiği haberi verildiğinde, namaz esnasında yönlerini Mekke’ye doğru çevirdiler.
Büyük bir teslimiyet örneği olan bu olay, ‘iki kıbleli mescit’ simgesiyle tarihe kaydedildi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç yıla yakın bir zaman Kâ’be’ye doğru namaz kılamadı. İçinde, Kâ’be’ye doğru kılma arzusu da, ayetten açık bir şekilde anlaşıldığı gibi onu etkiliyordu. Ama Allah Teâlâ, peygamberinin bu arzusuna hemen cevap vermedi. Peygamber bile olmak, ne istersen, hangi duayı yaparsan hemen cevap alırsın manasına gelmediğini, Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki planının işlemesini, zamanının gelmesini beklemeyi gerektirmektedir. İstemek ve arzu etmekle, verilene ve yürüyene razı olmak arasında büyük bir denge vardır. O dengeyi kuramayanlar, huzuru bulamazlar.(Bu yazı Allahdostuseyyid tarafından hazırlanmıştır)

KURAN'DA GÜNAH ÇIKARMA VAR MI?
İddianın gücü: Orta
İddia:"Günah Çıkarma" Kur'an'da da var!

Ayetler:
-Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara duâ et; çünkü senin duân, onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir. 9/103

- Bilmediler mi ki, kullarından tevbeyi kabul eden, sadakaları alan Allah'tır. Ve Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. 9/104

- Günahları bağışlayan, tevbe leri kabul eden, azabı şiddetli ve bol lütuf sahibidir. Ondan başka ilah yoktur, dönüş O’nadır. 40/3

- Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günâhlarının bağışlanmasını dilerler; günâhları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, hatalarında bile bile, ısrar etmezler. 3/135

Cevap:
Bahsedildiği ve anlatılmak istendiği anlamda bir günah çıkarma olmadığı ayetlerden anlaşılıyor.Fakat verilecek sadakaların , yapılacak iyiliklerin günahlara keffaret olacağı ,ahirette sevap hanesine yazılacağı için dolaylı olarak bir günah dengelemesi söz konusudur.Ayetler bu anlamda okunmalıdır.Yoksa bas parayı günahın silinsin anlayışı İslama terstir.

KUTUPLARDA İBADET NASIL YAPILACAK?
İddianın gücü:Güçlü
İddia:
Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde yapılmaya kalkılsa bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay boyunca nasıl aç kalabileceklerdir?

Cevap:
Bu konuda farklı fetvalar vardır:
45. Enlemin kuzeyinde kalan bölgelerin müslümanlar tarafından fethi ve buralarda ibadetin, müslümanların meselesi haline gelmesi müctehid imamlar devrinden sonra olmuştur. Bu sebeple fukahânın meselemizi ele almaları hicrî altıncı asır dolaylarında başlamıştır. O devrin Hanefî fukahâsından Burhaneddin el-Kebir Ebû Muhammed Abdülaziz b. Ömer el-Mervezî, böyle yerlerde alâmetler bulunmasa dahi namazın kılınması gerektiğini(takdir metodu); es-Sadru'l Kebir Burhanu'l-Eimme ise vakit bulunmadığı için buna bağlı mükellefiyetin de bulunmayacağını ve dolayısıyla hangi namazın vakti bulunmuyorsa, onun mükelleften düşeceğini, kılınmayacağını ifade ve iddia etmişler, daha sonra gelenler de bu iki ana görüşten birini tutagelmişlerdir.

Takdir metodunu savunanların delilleri:
1- Namaz ibadeti güneşe, güneşin doğup batmasına, gölge ve şafağa değil, sonsuz nimetlerine şükran olmak üzere Allah Teala'ya yapılır. Başka bir ifade ile namazın sebebi, ardı arkası kesilmeden her an mazhar olduğumuz ilahi nimetlerdir; şükran için bu nimetleri bir ölçü içinde zaptetmek ve ifade etmek zor olduğundan, içinde nimetlere mazhar olduğumuz vakit (zarf), nimetin yerine konmuş ve namaz ibadetinin teknik (fıkhî) sebebi kılınmıştır.

2- Vakit başka, vakti ifade etmek ve kullanmak için ihtiyaç duyulan alâmet başkadır. Vakit, sınırsız zaman içinde belli bir miktardır. Belli bir zamanı yaşayan insan vakti yaşamıştır, onun vakti olmuştur. Alâmetler ise güneşin doğması, batması, tepe noktasına gelmesi, gölgenin boyu, şafak, fecir gibi olaylardır; bunlar bulunsun bulunmasın vakit vardır. Ve onu yaşayan, onun içinde Allah'ın nimetlerine mazhar olan insan, çeşitli ibadetler ve bu arada namaz ile Allah'a kulluk edecek, şükran vazifesini yerine getirecektir. 

3- Vakit ve alâmet, namaz ibadetinin gerçek sebebi olmadığı için gerçek sebep ve maksat uğruna gerektiği zaman hemen terkedilmektedir: Nitekim Arafat ve Müzdelife'de, müctehidlerin çoğuna göre seferde ve bazı mazeretler sebebiyle hazarda namazlar birleştirilerek kılınmakta ve vaktin alâmetlerine riayet edilmemektedir. Kuzey ve güneye doğru ilerledikçe hadîste geçen gölge ölçüsüne de uymak mümkün olamamaktadır; çünkü bazı yerlerde güneş zeval vaktine geldiğinde gölge eşyanın bir mislidir; bu sebepledir ki fukahâ sonradan "zeval gölgesi hariç" kaydını koymuşlardır. Şu halde vakitleri tarif eden hadîslerde zikredilen alâmetlerden maksad, her hal ü kârda bu alâmetlerin bulunması, görülmesi değildir; maksad iki namaz arasında geçmesi gereken müddeti tayin etmektir; mesala "güneşin batması ile akşam, şafağın kaybolması ile yatsı vakitleri girer" denilince, herhangi bir sebeple şafak görülmez veya kaybolmazsa namaz vakti girmez, namaz kılınmaz denilmek istenmemiştir. Normal şartlarda güneşin batması ile şafağın kaybolması arasında geçen zaman (süre) geçince durum ne olursa olsun (şafak kaybolmasa da) yatsının vakti girmiş olur.

UYGULAMA ÖRNEKLERİ:
Kutuplarda veya dünya etrafında bulunan bir uyduda veya uzayın her hangi bir yerinde bulunduğumuzda sahip bulunduğumuz İnsani gücümüzü ilgilendiren farzlarda Kuran öğretisine göre ancak gücümüz oranında sorumluyuz. Allah bizleri imkânsızlıkla sınamamaktadır. Kuran’a göre İnsanın istifadesine verilen yalnız dünya değildir. Göklerde ve yerde olan her şey İnsanın istifadesine verilmiştir. Kurandan mealen:

- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. 45/13

Bu duruma göre uzayda iki veya dört güneşi olan bir gezegene insanlar yerleşirse Oruç ve namazlarını nasıl eda edecekler. Kuran’a göre bu tür soruların cevabı sorumluluğumuzun gücümüz oranında olduğu şeklindedir. Kuran’dan mealen:

- İnanıp iyi işler yapanlar -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. 7/42

- Hiç kimseye gücünün üstünde görev yüklemeyiz. Yanımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara asla zulmedilmez. 23/62

Görüldüğü gibi sorumluluğumuz İslam dini açısından ancak gücümüzün yettiği kadardır. Elimizden gelenin en iyisine gayret edip farzları yerine getirsek görevimizi yapmış oluruz:

1. Vaktin olmadığı yerde ibadet de yoktur .Bu nedenle kılınamayan vakitler kaza edilir.Mezkûr alâmetler bulunmadıkça namazın da farz olmayacağını söyleyenler, "namazın şartı olan vaktin bulunmamasını, abdest uzvunun bulunmamasına kıyas etmişler ve nasıl kolu olmayanın elini yıkaması farz değilse, vakti olmayanın; yani bulunduğu yerde namaz vakti bulunmayanın namaz kılması da farz olmaz" demişlerdir.
2. Yakın yerlerin imsakiyesine göre durum tanzim edilir.
3. Seferilik kuralları geçerlidir.
4. Uzun günler bölümlere ( 5 vakit) ayrılır.Bu şekilde ibadet yapılır.
5. Kendi memleketini esas alır.
Soru: günümüzde teknolojinin gelişmesi sayesinde insan bir gece gündüz süresince birkaç kez dünyanın etrafında dönebilir böyle bir durumda beş vakit namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Ne zaman uzay gemisiyle dünyanın etrafında dönerse gece ve gündüz süresince beş vakit namazlarını yerine getirmelidir kendi vatanının vakitlerini ölçü almalıdır.Mekarim Şirazi, İstiftaat-i Cedid, c. 2 s. 74.


Hadis:
(Deccalın bir günü sizin bir seneniz kadar uzun olacaktır. Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır."buyurduğunda sormuşlar:
— Ya Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o günde namazlar nasıl kılınacaktır? Şöyle cevap vermiştir:
— Takdir olunarak! Yani uzun günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak. (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)
— Nasıl takdir edilip, nasıl hesaplanacak?
— En yakın normal vakitli ülkenin takvimi ve saatıyla takdir olunup, hesap edilerek.)

[- Ey Allah'ın Rasülü! Şu bir yıl gibi olan günde bize, -normal günlerimizde kıldığımız- bir günlük namaz kafi gelecek midir?
Cevap:
- Hayır (bir yıl sürecek olan bir günde, normal bir günlük namaz size kafi gelmez); onun için miktarını takdir edeceksiniz (yani normal bir gününüzde kıldığınız namazların aralıklarını tahminen ölçerek o bir yıllık bir günde, 365 günlük namaz kılacaksınız)." (Müslim, Kitab nu. 52, hadîs nu.110)]

6.İslâm din-hukuk âlimleri umumiyetle (45) arz dâiresindeki saatlerin (vakitlerin) (90) derecede yâni kutuplarda muteber olduğunu açıklar. (45) derece ile (90) derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç v.s. için de böyledir."

Bu mevzuu etraflıca inceleyen "kaynaklarıyla İslâm Hukuku"nda ise nihaî hüküm şöyle verilmektedir:
— Altı ay gece, altı ay gündüzün devam ettiği ülkelerde normal vakitleri (yâni gece ile gündüzü) bulunan en yakın -45 enlemdeki- ülkelerin saatleri uygulanarak namaz ve oruç ibadeti yerine getirilir."

Pratikte uygulama örneği:İzlanda

Avrupa'nın kutuplara en yakın başkenti Reykjavik'te Müslümanlara hizmet veren camiler arasındaki iftar ve sahur saatlerindeki görüş ayrılığı imsakiyelere yansıdı. Türk toplumunun da gittiği El-Nur Camisi'nin ( İzlanda Müslüman Birliği )imsakiyesine göre hareket eden Müslümanlar 18 (45 derecede olan Fransa'nın oruç saatlerini baz alıyorlar), cemaatinin büyük bir bölümünü Arapların oluşturduğu İslam Kültür Merkezi'nin imsakiyesini benimseyenler ise 22 saat (yöresel takvime göre hareket ediyorlar) oruç tutuyor.

İzlanda'da 22 saat gün ışığı olduğuna dikkati çeken El Nur camisi imamı Malik, "Bu camide biz Avrupa Konseyi'nin fetvasına uyarak 45. kuzey enlemini baz alıyoruz. Bunun dışında Ezher fetvası da var. Bu fetva da oruç süresinin kısaltılabileceği ve 22 saat tutma zorunluluğunun olmadığını bildiriyor. Çünkü 22 saat oruç tutmak pratikte uygulanamayacak bir şey" diye konuştu.

Güneş henüz batmadan yerel saatle 21.00'de oruçlarını açtıklarını belirten Malik, "Belki de kutup dışında güneş henüz batmamışken orucumuzu açan dünyadaki tek camiyiz. Namaz kıldığımızda ve teravihte hala güneş batmamış oluyor" dedi.
İzlanda Müslüman Birliği'nin 465, İzlanda İslam Kültür Merkezi'nin ise 305 üyesi bulunuyor.

Ayrıca ;Norveç’in Tromsö şehrindekiler de daha güneyde yer alan Oslo’nun vakitlerini baz alıyor.
Ayrıca;Ramazan ayı yaz mevsimine denk geldiği zamanlarda güney ülkelerinde oruç tutma süreleri kuzey ülkelerine göre daha kısa.Şili ve Arjantin'in güney kentleri dünyada en kısa süreli oruç tutulan yerler olarak göze çarpıyor. Buna göre, Arjantin'in Ushuaia kenti 9 saat 20 dakika ile sürenin en kısa olduğu yer. Avusturalya'nının Hobart kentinde ise oruç tutma süresi 11 saat 7 dakika.


1980 Haziran ayının 23-27 günleri arasında Brüksel İslâm Merkezi'nde yapılan islam alimleri toplantı kararı:
a) Şafağın kaybolmadığı veya işçilerin bekleyemeyeceği kadar geç kaybolduğu yerlerde müslümanlar akşam ile yatsı namazlarını arka arkaya kılabilirler (cem'u's-salâteyn)
b) Bunu yapmak istemeyenler Mekke arzına veya normal bölgenin, akşam ile yatsı arası en kısa olan devresine tâbî olup, yatsı namazlarını buna göre kılarlar; yani güneş battıktan sonra akşam namazlarını kılar; sonra guruba, Mekke arzındaki akşam ile yatsı arasındaki müddeti ekleyerek buldukları saatte de yatsı namazını kılarlar..

İmsak mevzuuna gelince: Ramazan orucu yılda bir ay olduğu ve fecrin imsak vaktinin alâmeti olması hususu da kat'i nass ile sabit bulunduğu için şafağın kaybolduğu ve fecrin (tanyerinin ağarması) bulunduğu yerlerde alâmetlere göre hareket edilmesi zaruri bulundu.
Daha kuzeye gidildikçe alâmetlerin bulunmadığı veya gece vaktinin çok kısa olduğu bölgelerde, normal mıntıkalara göre takdir esası kabul edildi.

Özet ve son söz:
Alâmetlerin bulunduğu yerde onlara riayet etmek ihtiyata uygundur. Bunlar bulunmuyor veya uymakta güçlükler zuhur ediyorsa, normal mıntıkaların, düzenli günlerinin takvimine göre hareket edilir. Eğer herhangi bir sebeple bu da mümkün olmuyorsa o mıntıkada, güneşin batması ile şafağın kaybolması arasındaki en kısa uygun müddet esas alınarak hareket edilir. Nihayet -bazı yerlerde- öyle bir zaman gelir ki, güneşin batması ile doğması bir olur; işte o zaman alâmetler tamamen bir tarafa bırakılarak takdir yoluna gidilir.

PUTLAR NEDEN CEHENNEME GİDECEK?
İddianın gücü: Zayıf
İddia:
Cansız putun günahı ne ki cehenneme gidecek?

Ayetler:
İçlerinden her kim, "Allah'tan başka ben de şüphesiz bir ilâhım" derse, böylesini cehennemle cezalandırırız. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız. 21/29

- Şüphesiz ki siz ve Allah'tan başka taptıklarınız Cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksınız. 21/98
- Eğer onlar ilâh olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır. 21/99

Cevap :
Ayetlerde ilahlık iddiasında bulunan canlılar kastedilmiştir.Fravun gibi..